17 Ocak 2015 Cumartesi

Asla Vazgeçme

Durma, durursan ölürsün (!)

Akşamüzeri.
Sabah 6’dan beri bisiklet kullanıyorum. Toplam 110 km yaptım. Yaklaşık 7 saattir selenin üzerindeyim. Kısa molalar dışında sürekli pedal basıyorum. Hala sıcak ve güneş karşımda görüşümü etkileyecek kadar sert.  Yorgunum.
Önümde yaklaşık 5 km’lik %8-12 eğimli bir yokuş daha var. Kullandığım kilitli pedallar sayesinde sadece basma gücünü değil çekme gücünü de kullanabileceğim allahtan. Vitesleri küçültüp tırmanmaya başlıyorum. Nabzım yeniden yükseliyor. Bacak üst kaslarım yorgunluktan titremeye başlayacak birazdan.
Oldukça sağlam bir tırmanış ama ardından kısa bir iniş olacak ve ben, sabahtan beri hayalini kurduğum göl kenarına ulaşacağım. Orada temiz bir pansiyon, soğuk bir bira ve çıtır patatesler beni bekliyor. Bir süredir tüm bedenim beynime yorgunluk mesajları gönderiyor. Beynim, kendimle hesaplaşıyor.
– “Derdin ne senin?”
– “Neden yapıyorsun bunu kendine.”
–  “Gidip yatsana bir yerde, ne bileyim Tv izlesene, kitap okusana.”
–  “Sabahın köründen beri ter içindesin, yorgunluktan öleceksin birazdan. Neden yapıyorsun bunu?” diyor. İç sesim susmuyor.
Evet neden yapıyorum bunu? Uzun, süslü cümleler kurmaya gerek yok. Çünkü seviyorum. Çünkü iyi hissediyorum. Çünkü çok şey öğreniyorum.
Örneğin önceki satırlarda beni yeni tırmanmaya başlarken bıraktığınız yokuşta bisiklet sürmek bana hayata ilişkin çok basit ama çok yaşamsal bir şey öğreten yokuşlardan sadece biridir. Öğrendiğim o  basit şey ne mi?
 “VAZGEÇMEMEK.”
Dik bir yokuşu tırmanmaya başladığınızda, susuz kaldığınızda, uzun bir turun sonunda, karşınıza çıkan hemen her türlü zorlukta, beyniniz hızla kendini korumaya alıp sizi vaz geçirmeye çalışır. Durmaksızın bir iç ses konuşur. Yapılanın ne anlamsızlığı kalır, ne gerekliliği, ne zamanı… Önce o iç sesi susturmak gerekir. Çünkü aslında kaslarınız yapabilir. Sizi engelleyen ve öncelikle aşılması gereken ilk şey kendinize zihninizde koyduğunuz sınırlar, duvarlardır.
Ardından yorgunlukla mücadele etmeniz gerekir. O daha kolaydır, kimi taktikler uygularsınız, eğer yol uygunsa çapraz sürersiniz, hayal kurarsınız, kendinize ödüller vereceğinizi söylersiniz. Tepeye çıktığınızda alacağınızı hazzı ve kendinize duyacağınız güveni hatırlatırsınız kendinize. İç motivasyonunuzu kullanırsınız özetle.
Ancak tüm bu keyifleri yaşamak için önce tepeye ulaşmalısınız. Tepeye ulaşmak içinse sürmeye devam etmelisiniz. Yavaşlayabilirsiniz ama asla duramazsınız, durmamalısınız. Hadi çarpıcı olsun diye abartayım biraz, “durursanız ölürsünüz.”
Belki bir tırmanışta içimden yüzlerce kez söylediğim cümledir “yavaş ama kararlı.” Devam et yavaş ama kararlı… yavaş ama kararlı… vaz geçme yavaş ama kararlı…
Bir gün bu cümleyi iş arkadaşlarıma da söylediğimi fark ettim. Bir satış kampanyasının tam ortasındaydık. İşler pek de iyi gitmiyordu doğrusu. Ürün zordu, piyasada yeniydi ve belirsizlik hakimdi yasa koyucunun süre uzatımı yapma olasılığı vardı.
Bunun gibi kimi satış kampanyalarında, kimi ürün satışlarında müşteri talebi, çevresel faktörler, rekabet işinizi daha da zorlaştırabilir. Zor olan hayatınıza, bir de yeni ek yükler binmiştir.
Ancak amacı belirlemek ve o amaç için yavaş olsa da kararlılıkla ve istekle çaba göstermek çoğu zaman sürecin püf noktasını oluşturur. Yılmamak, karamsarlığa kapılmadan, morali bozmadan, istekle ve şevkle hedefe ulaşmayı istemek, vaz geçmemek, gerçekten de işin çoğu zaman yarısından fazlasıdır.
İşin en acı tarafıysa bunu gerçekleştirmek için yenilmesi gereken ilk şeyin; dış değil iç sesi aşma zorunluluğu olmasıdır. Öncelikle kendi kendinize koyduğunuz sınırları, engelleri aşmak zorunda kalırız çoğunlukla.
3 kısa not ve alıntıyla bitireyim izninizle…
İlki Abraham Lincoln’den. Biyografisini okumanızı öneririm. Zira kabaca bakıldığında Abraham Lincoln, son derece başarısız biridir. 10’dan fazla iş denemiş, meslek edinmiştir. Dört çocuğundan üçünü kaybetmiş, defalarca başarısızlığa uğramıştır. Ancak şu sözü tarihe geçmiştir: “’I am a slow walker, but I never walk back. Ben yavaş yürürüm ama asla geri adım atmam.”
İkincisi 65 yaşında işsiz, sadece 105 dolarlık sosyal güvenlik çeki ve hayalini besleyen özel bir tavuk pişirme tarifinden başka hiçbir sermayesi olmayan bir adama ait. Tam 2.5 yıl otomobilinde yatan bu adam Kentucky Fried Chicken’ın kurucusu Albay Sanders’tı. Yılmadan 1008 kapıyı çaldı ve hayır cevabı aldı.  1009. kapıyı çaldı. Sonuncusunda kabul edildi ve bugüne geldi. Asla vazgeçmedi.
Sonuncusu ise, Sir Winston Churchill’in Harvard Üniversitesi öğrencilerine mezuniyet töreni konuşmasından. Aslında tüm konuşma zaten bu kadar. Oldukça kısa ve öz…
“Never give up, never, never, never… Asla vazgeçme, asla, asla, asla.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder